18 Ekim 2014 Cumartesi

Küresel BAK - 100 Yıllık Savaş Yeter! Uluslararası Konferansı Dinleyici Notları(18.10.2014)

Burada yazanlar, konferans sırasında konuşmacıların söylediklerini yetişebildiğim kadarıyla not aldıklarımdır. Mümkün olduğunca saptırmadan, doğru anladıklarımı yazdım. Yine de hatalarım olabilir.

Mevzu: Avrupa'da 1. Dünya Savaşı dönemi, bu dönemde Kürtler'in ve Ermeniler'in durumu, Ermeni Soykırımı, Kürt Tehciri...

Tarihçi - Prof. Dr. Jay Winter(Yale Üniversitesi)



1. Dünya Savaşında 10 milyon insan öldü. Milyonlarca kayıp var. Bu savaşla beraber sivil halk da hedef haline geldi. Ermeni soykırımı da bu döneme denk gelir ve bu sivil hedefinin bir parçasıydı. O günden bugüne ölen milyonlarca insan için anma törenleri düzenlendi, anıt mezarlar yapıldı. Ama bunların birçoğu halk tarafından yapılmıştır. Çünkü devletler unutur, unutmayan halktır. Avusturalyalılar'ın her yıl Çanakkale'yi ziyareti gibi halk anmalar gerçekleştirir. Bu, onlar için müslümanların haccı gibidir.

Halk arasında savaşı kazanmak diye bir şey yoktur. İnsanlar savaşta çocuklarını, kardeşlerini arıyorlardı. Halk için önemli olan buydu. Anmaların halk tarafından yapılmasının, devlet tarafından yapılmamasının sebebi de işte bu. Devlet unutur, halk unutmaz.
Fransa, İngiltere son derece hiyerarşik düzene sahip ülkelerdi. Kimse eşit değildi. Ama savaşta, savaşta herkes eşitti işte. Komutanlar da ölüyordu, erler de, siviller de..
Anmaların devlet tarafından değil, halk tarafından yapılmasının getirdiği birtakım zorluklar vardı. Bunların başında da bütçe sıkıntısı geliyordu. Bu yüzden en az maliyetli olarak dikili taş yaptırılırdı.
Günümüzde savaş zaferlerinin kutlanması pasifist bir eylem olarak devam etmektedir. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi, insanlar paradan önce sevdikleri insanları özlüyor.

Soru - Cevap

Soru: Gelecekte savaşlar uzaktan, biyolojik saldırılarla devam eder mi?
Cevap: Biyolojik savaşlar günümüzde ve yakın zamanda pek mümkün değil. Çünkü doğa şartlarını da hesaplamak zorundasınız. Örneğin kimyasal bir gaz atacaksınız. Ama öncesinde rüzgarın yönünü, şiddetini vs. hesaplamalısınız. Size ulaşmaması gerekir. Bu tip nedenlerden dolayı pek mümkün değil.

Soru: ABD'nin savaştan sonraki durumu?
Cevap: ABD savaştan en az zararla, hatta en büyük karla çıkan ülkeydi. Sadece 110.000 asker kaybettiler ve bunun 55.000'i İspanyol Gribi yüzündendi. ABD'nin sadece burnu kanadı diyebiliriz.
_______________________________________

Serbest Araştırmacı - Namık Kemal Dinç

Namık Kemal Dinç(Sağda)

Savaşların öğretimi, hafızaların silinmesiyle başlar. Çünkü devletler savaşları kendi bilmek istedikleri gibi bilinmesini isterler. Bizde tarih, Ermeni Soykırımını unutturmak, Kürtleri yok saymak üzerine kurulu. Bana göre Kürtler, 90lardan itibaren uluslaşmaya başlamışlardır.

Kürtler Osmanlı Devleti içerisinde milliyetçilik akımından en az etkilenen ulustu. En çok etkilenenler ise Balkan milletleriydi. Kürtler, dernekleşme ve basın-yayın alanlarında diğer azınlık milletlere kıyasla çok geri kalmışlardı. Toplam dernek ve gazeteleri 5'er taneyi bile bulmaz. Kürt halkı bu dönemde siyasi birliği olmayan bir milletti. Milli bilinci Osmanlı üzerine kuruluydu. Osmanlı askerlerinde Celadet Bedirxan Azerbaycan'da savaşmış, Osmanlının sevilen bir komutanıydı. Bir dilbilimci olan Bedirxan, ileride Kürt alfabesini hazırlayacak ve Kürt milliyetçi örgütü Hoybun'u kuracaktır. Kürt hareketleri bu şekilde başlayacaktır. Abdurrezzak Bedirhan ise daha sonra Ruslar ve Ermenilerle iş birliği yaparak Kürdistan'ı kurmaya çalışacak ancak Ermeni Soykırımı ve 1. Dünya Savaşı gibi siyasi sorunlardan dolayı başarılı olamayacaktır.

Osmanlı, bir homojenleştirme politikası uygulamıştır. Türkçe'den başka isim konmasını yasaklama, tüm halkı müslümanlaştırma gibi çalışmalar yapılmıştır. Bugün halen müslüman Ermeniler'e rastlanmaktadır. Rum tehciri de bu döneme denk gelmektedir.

1916'da Kürt Tehciri(Diyarbakır Tehciri) de yapılmıştır. Darbe ile başa geçen İttihat ve Terakki iktidarının milliyetçi akım ile hareketlerinden birisidir. Amaçları, Doğu'da çoğunluk olan Kürt halkını bölgeden dağıtmak ve azınlık haline getirmekti. Bugün Diyarbakır'a gittiğimiz zaman herkes daha dün olmuş gibi hem Kürt tehcirini hem de Ermeni Soykırımını hatırlıyor. "Şu tepede idamlar yapmışlardı" diyorlar. Dönemin şiddet düzeyinin yüksek olması sayesinde hafızalara bu denli kazınmış, bugünlere kadar ulaşmıştır.

Kürtler ve Ermeniler'in ilişkileri 1000 yıl öncesine dayanmaktadır. 1000 yıldır Anadolu'da birlikte yaşayan iki millettir Ermeniler ve Kürtler.

Ermeni soykırımı genel olarak yerel jandarmalar tarafından gerçekleştirildi.

Anadolu, Osmanlı için çok da değerli bir bölge değildi. Ta ki Balkanlar'dan kovulana dek. Balkanlar'dan kovulduktan sonra Anadolu değerlenmiştir Osmanlı için. Mart 1916'da İçişleri Bakanlığı bir talimatname(Kürt Talimatnamesi) yayınlar. Talimatnamenin 8. maddesinde: "Kürtler, savaştan sonra *mülteci olarak iç bölgelere yerleşemeyeceklerdir". Bu talimatnameden sonra 768.000 kişi göç ettirilmiştir. Tarihte buna Kürt Mülteciler Olayı denir. Bugün Kobane, Kürtler'in ulus mücadelesinin en iyi göstergesidir.

*Mülteci: O dönemlerde mülteci kelimesi günümüzdeki anlamıyla kullanılmıyordu. Savaştan çıkıp yurdun iç kesimlerine göç edenlere mülteci deniliyordu.

Yazarın notu: Bu kaynaktan Kürt Talimatnamesi ve Kürt Tehciri hakkında detaylı bilgiye sahip olabilirsiniz: http://www.toplumvekuram.
_______________________________________

Mimarlık Tarihi Doktora Öğrencisi - Kerem Kabadayı

Kerem Kabadayı

11 Eylül saldırıları sonrası Orta Doğu


Bush yönetiminin sabırsız saldırıları bugün hem terör örgütlerine zemin hazırladı hem de NATO askeri birliğinin Afganistan'a yerleşmesine imkan verdi. Irak'ın ABD'ye karşı terör örgütlerini beslediği, nükleer silah ürettiği gibi sebeplerle ABD Irak'a girdi. Aradan geçen yıllara rağmen bu iddiaları destekleyen delillere ulaşılamadı. Bölgede barışın sağlanmasının tek yolu ise dil, din, ırk ayrımı gözetmeksizin birlik olabilmekte.

3 Ekim 2014 Cuma

Otostopla Seyahatin Ticari Dönüşümü

Dünya'daki yüz binlerce otostopçunun otostopu seçmesinin her biri için birçok farklı sebebi vardır. Kimisi parası olmadığından, kimisi para harcamak istemediğinden, kimisi keyif aldığından, kimisi de doğayı daha fazla kirletmek istemediğinden...

Tüm bu sebeplerden yola çıkarak yepyeni bir sektör oluşmaya başladı. İnternette adını artık sıkça görebileceğimiz bir sektör; yolculuk paylaşımı(uzun uzun açıklamayayım şimdi, Google amcadan rahatlıkla öğrenebilirsiniz).. Bu sektör bana otostopun kapitalistleşmesi gibi geliyor. Kapitalizmde şöyle bir uygulama vardır; bir çalışana öyle bir maaş verirsiniz ki, o çalışan hayatı boyunca o maaştan şikayet eder ama hiçbir zaman da o maaşı bırakıp gidemez. Öyle bir orta noktadır işte bu. Yolculuk paylaşımında ise otostoptaki gibi beklemiyorsun, otobüse verdiğin paradan daha az para veriyorsun ve en az otobüs kadar hızlı gidiyorsun. İşte bu yeni sektörün cazibesi bütün bunlar..

Peki Otostoptan Neden Daha Kötü ?

Aslına bakarsanız evet, o kadar da kötü görünmüyor. Ama aslında insan tam otostopla paradan uzaklaşacakken, özgürleşecekken yine paraya bağımlı hale geliyor. İnsanın nefsini sınıyor adeta. "Şimdi buradan Antalya 60 lira, ben adama vericem 30 lira, cebimde 50 lira, bana kalacak 20 lira... bla bla bla..."... Bitmiyor para hesabı bir türlü. Kapitalist sistem bize "o 20 lira sana yetmez orada, gel biraz çalış da para kazan" diyor, biz de "haklısın abi, çalışmalıyım, para kazanmalıyım" diyoruz. Geçim sıkıntısını biz kendimiz kapitalist sisteme dahil olarak oluşturuyoruz.

Bu sektör gelişimini sürdürdükçe otostop kültürü gelişemeyecek, özel araç sürücüleri trafiklerden eksilmeyecek, paraya bağımlılığımız tam gaz devam edecek..

Otostop Günlüğü - Edirne'den Elazığ'a Gitmek

Başlıkta gitmek dedik ama aslında bir zaman sonra gitmeye çalışmak oldu durum. Toplamda yaklaşık 22 saatlik bir yol her ne kadar deneyim, macera gibi görünse de benim açımızdan hem maddi hem de manevi bir zarardı. Baştan alalım...

11-14 Şubat tarihlerinde gerçekleşecek olan 23. Gençlik Konseyi için Elazığ'a gitmeye kadar verdim. 100'erden toplam 200 lira tutacak olan yol parasından yırtmak için ise otostop ile gitmeye kadar verdim.

Trakya bölgesi Türkiye'nin en kolay otostop çekilen bölgesidir. Yaklaşık 50 dakikanın ardından bir Audi marka araç ile İstanbul yoluna koyulabildim. Araç sahibi beni Silivri'ye kadar götürdü ve oradan da otobüse bindirdi. Böyle insanlarla da karşılaşabiliyorsunuz işte. Ailemin İstanbul'da olması, dolayısıyla evimin İstanbul'da olması, otostopta kesinti yapmama olanak verdi.

Birkaç gün İstanbul'da takıldıktan sonra bir sabah Gebze gişelerine giderek otostop noktasına ilerlemeye başladım. İlk arıza bu noktada baş gösterdi; polis ! Otobana çıkmama izin vermeyerek bana otogarı tarif etti ve geri gönderdi. Ama durmak yok dedik, yola devam. Az gerideki alt yola inip üst yolun öbür tarafına, polislerin olmadığı tarafa geçtim. Kafamı hiç çevirmeden yoluma devam ettim. Sorun yok, otostopa başladım :) Normalde 1 saat bekler, taksi durmazsa kamyonlara el etmeye başlarım ama orası da hiç öyle değilmiş ki. En yavaş taksi 110-120 ile gidiyor. Hayatta durmaz o hızla gelen bir taksi dedim ve kamyonlara da el etmeye başladım. Yaklaşık yarım saat bekledikten sonra bir kamyona binebildim. Kamyon Eskişehir'e gidiyordu, bense Ankara'ya. Dedim, Eskişehir'e gideyim, orayı da bir görmüş olurum. 3,5 saatlik bir yolculuğun ardından Eskişehir sokaklarındayım :)

Eskişehir'i gezerken Ankara'ya hızlı tren için bilet aldım. Tren saatine kadar Odunpazarı civarlarında dolaştım, kitapçılara uğradım. Ben mi yanlış yerlere gittim yoksa harbiden mi öyle bilmiyorum ama hiç de anlatıldığı gibi bir şehir gibi gelmedi bana. Sıradan bir şehir yani. Çok bir yaşanılası özelliği yoktu. Akşam 6:30'daki hızlı tren ile Ankara'ya geçtim. Sizlere önerim, akşam vakti gidiyorsanız pencere kenarı diye tutturmayın. Zaten bir halt göremiyorsunuz :)

Ankara'ya vardım 1,5 saat sonra. Burada Yiğit Can'da kalacaktım. İsmine hala güldüğüm EGO kartımı aldım ve tarifleri üzerine önce metroya, sonra da Ankaray'a binerek Beşevler'deki evine ulaştım. Bu gece buradayım, sabah Güven ile buluşup Elazığ'a doğru otostopla devam.

Güven'in "Bir Pazar kahvaltısı yapamayacak mıyım yeaa" diye söylenmelerine rağmen sabah 10:20'de otostop için Samsun yoluna çıkabildik. Çok geçmeden bir araca bindik ve Kırıkkale'ye gittik. Şoförümüz eski bir özel hareketçı çıktı. Polislerle arası pek iyi olmayan bizler her ne kadar rahatsız olsak da yarım saatlik yolu şoförümüzün gerçekliğinden şüphe ettiğimiz Doğu anılarını dinleyerek geçirdik. Daha sonra araç şoförünün ısrarı üzerine Sivas üzerinden değil de Kayseri üzerinden gitmeye karar verdik. Oradan başka bir araç ile Kırşehir'e geçtik.

Kabus başlıyor ! KIRŞEHİR !

Kamyon şoförlerinin çoğunun el kol hareketi yaptığı bir bölgedeyiz. 2 araç değiştirdik burada ve üçüncü aracı bekliyoruz. Otostop noktasındayız ve ikinci polis vakkası. "Amacınız ne sizin" sorusuna şaşkınlığı attıktan sonra cevap verdik, kısa bir sorgu sual ve GBT'den sonra yine otogar yolunu gördük. Otostop noktasından ayrılmadan polisler bırakmadı peşimizi. Daha sonra otogardaki çakal gişecileri gördükten sonra tekrar otostop yolundayız.

Erciyes Üniversitesinde okuyan birisine denk geldik ve çok geçmeden artık Kayseri'deyiz. Saat 18:00 civarı. Hava karardığı için yola tren ya da otobüs ile devam etme kararı aldık. Ne yazık ki tren yok. Otogara gittik ve 40'ar liraya biletimizi aldık. Zaten Ankara-Elazığ 50 liraydı. 10 lira da kâr etmedik. Yolda yiyecek-içeceklere harcadık o parayı. Yani elde var sıfır.

YUPPİİİ !!!

Gece 12 otobüsüne 11'de bindik ve sabah 5 civarı Elazığ'dayız. Geldik lan sonunda !

Siz siz olun, Kırşehir-Kayseri güzergahında otostop çekmeyin. Çok çekersiniz :)